Değerli okur, insanı insan yapan özelliklerin başında bizi birçok canlıdan farklı kılan ve hayatımızı sağlıklı sürdürebilmemiz açısından mutlak öneme sahip iki özellik gelir: sosyalizasyonu sağlayan dil becerilerimiz ve hayatımıza yön vermemizi sağlayan irademiz. Peki siz henüz bu iki özellikten de yoksun bebekleri gözlemleme şansını yakaladınız mı? Bu konu üzerine kafa yoran bilim insanlarının aklına ‘’ Bir sürü bebeği aynı odaya koyup büyütürsek hangi dili konuşurlar?’’ gibi birçok soru takılmıştır. Bu iki beceri özellikle psikoloji ve tıp biliminin gelişmeye başladığı andan itibaren birçok araştırmaya konu olmuş ve uzmanları özellikle dil gelişimimizin nasıl ilerlediğine dair araştırmalarda bulunmaya sevk etmiştir. Ne var ki bu araştırmalara en büyük katkıyı sağlayan vakalar bilim insanlarının bilinçli istekleriyle gerçekleşmemiştir. Çünkü az sonra da bahsedeceğim vakalar henüz bilimsel deneylerde etik anlayışının günümüzdeki kadar katı olmadığı zamanlar için bile etik anlayıştan oldukça uzak kabul edilen, insanların empati sınırlarını zorlayan vakalardır. Bugün bizim için paha biçilemez bir nimet olan ve insanlarla etkileşimimizi sağlayan konuşma becerilerimize bir nebze ışık tutmak adına size tarihin köhne, toz tutmuş sayfalarında rastlayabileceğimiz feral çocuk vakalarından bahsedeceğim.
Tarihte Yunan mitolojisinden İslam felsefesine kadar birçok alanda karşımıza çıkan Feral çocuklar, genel anlamı itibariyle sosyal hayattan ve diğer insanlardan izole edilmiş çocuklar için kullanılan bir terimdir.
Bazen kelimenin tam anlamıyla hayvanlar tarafından yetiştirilmiş olsalar da çoğunlukla aileleri tarafından dış dünyadan izole edilmiş ya da istismarcı durumlardan kaçan vahşi çocuklara tarihteki ilk örnek, Hindistan’ın Uttar Pradesh ormanında kurtlar tarafından yetiştirilen Dina Sanichar’dır. Yaşamının ilk dönemlerinde kendisinin bir kurt olduğuna inanan Dina’nın 1867’de avcılar tarafından bulunup bir yetimhaneye getirilene kadar insanlarla hiç etkileşime geçmediğine inanılmaktadır. Avcılar tarafından bir kurt yuvasında bulunan 6 yaşındaki Dina, tıpkı yanında büyüdüğü kurtlar gibi yürüyor, yiyor ve sesler çıkarıyordu. Yetimhaneye getirilen Dina, insan davranışlarına uyum sağlamaya çalışarak hayatını geçirdi. Yetimhane eğitiminde insanlar gibi yemek yemeyi (tıpkı hayvanlar gibi yemeden önce koklayarak), dik yürüyebilmeyi ve kendi kıyafetlerini giyebilmek gibi bazı temel insani özellikler edindi. Bu temel beceriler elbette insan yaşamı için önemli ilerlemelerdir. Fakat Dina’nın yaşamı boyunca asla edinemeyeceği bir insani özellik vardır: iletişim kurmak. Bir dili öğrenmek için ona maruz kalmamız gerektiği bilgisi o dönemlerde pek bilinmeyen bir gerçekken vahşi doğada insanlardan izole bir yaşam süren Dina’nın 6 yaş gibi kritik bir döneme kadar insancıl bir dile maruz kalmaması onun ileride uzun süren uğraşlar sonucunda bile etkili bir dil becerisi kazanamamasına sebep olmuştur.
Ailesi tarafından istismara uğrayarak ve dış dünyadan izole edilerek büyüyen Genie ise Dina gibi vahşi arkadaşlara değil sadece vahşi bir babaya sahipti. Doğduktan kısa bir süre sonra babası Genie’nin ‘’gerizekalı’’ olduğuna karar verdi ve onu hapishaneye benzer bir hücrede tuttu. Bazı kaynaklara göre babası onu altında tuvalet kapağı tutturulmuş bir sandalyeye bağlı tuttu ve ona şiddet uygulamaktan kaçınmadı. 13 yaşına kadar anne ve babası hariç hiç kimseyle iletişime girmeyen Genie, kör annesi Irine ile 13 yaşında evden kaçabildi. Annesi Los Angeles’ta bir sosyal yardım merkezine girdiğinde görevliler onların yardıma ihtiyacı olduğunu anladılar. İlk başta Ginie’nin yalnızca otistik olduğu varsaymalarına karşın kısa bir süre sonra vahşi çocuk hakkındaki gerçeği öğrendiler. Bu gerçeğin ardından iki ebeveyne de çocuk istismarı suçundan dava açıldı fakat kör olduğu gerçeğiyle annesinin davası düşerken babası Clark ise yargılanmak yerine arkasında ‘’Dünya asla anlamayacak.’’ yazan bir notla intihar etmeyi seçti. 1950’lerin sonunda Los Angeles’ta uzmanların merakını çeken Genie tıpkı Dina gibi insanlaştırma eğitimlerine maruz kaldı. Çünkü 13 yaşında olmasına rağmen henüz yürümeyi bile bilmiyordu. Bunun yanında bilim adamlarının dikkatini çeken Genie, uzun süre bilimsel deneylere maruz kaldı. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü’nün ise umutsuzca merak ettiği gerçekler vardı. Mesela bir bireyin yaşamının biçimselleştiren dönemlerinde sosyal izolasyona maruz kalması onu ve dil gelişimini nasıl etkilemekteydi? 4 yıl boyunca bilimsel araştırmalara maruz kalan Genie, o zamanlarda inanılan ergenlikten sonra bir dil öğrenemeyeceği teorisinin geçerli olmadığını kanıtladı. Gramerle sürekli mücadele etmesine rağmen Genie bir dil konuşabiliyordu. 4 yıllık araştırma sırasında annesinin bilimsel deneylere itirazı sonucu açılan davayla bu araştırmalar durdurulmasına rağmen Genie, maalesef hayatının geri kalanında yaşadığı diğer kötü tecrübeler sonucu eğitiminde bazı gerilemelere maruz kaldı ve annesiyle yalnız yaşadığı dönemlerde bile hayatını büyük ölçüde etkileyen travmalardan kurtulamadı.
Feral çocuk vakalarının en çok bilinen çocuğu olan Victor ise tarihe Aveyron’un vahşi çocuğu olarak geçti. Bir deney olmamasına rağmen gelişim psikolojisi altında çocuk gelişimine birçok noktada ışık tutan, psikolojinin mihenk taşı olarak adlandırılan Victor olayı bize sosyalizasyon ve çocuk gelişimi hakkında önemli bilgiler verir. 1800 yılının başlarında Fransa’nın Aveyron kentinde ilk bakışta insana benzemeyen ve insanla tek benzerliği dik bir şekilde yürüyebilmesi olan bir yaratık bulundu. Daha sonra bu yaratığın aslında 11-12 yaşlarında bir erkek çocuğu olduğu anlaşıldı ve bu ağzından tek kelime çıkmayan, saldırgan davranışlarıyla yanına kimseyi yaklaştırmayan çocuğa Victor adı verildi. İlk tanışma faslından memnun kalmamış olacak ki Victor, alıştığı habitatına geri döndü(kaçtı). Yaklaşık bir yıl boyunca bulunamayan Victor, bir sene sonra aynı alanda üç köylü tarafından tekrar bulundu ve bu sefer Victor’u elinden kaçırmamak isteyen köylüler ona oldukça kibar davranarak güzelce temizledi ve giydirdiler. Köylülerin tüm uysallaştırma çabalarına rağmen Victor’un tekrar ormana kaçması ona olan ilgiyi arttırmanın yanında Napeleon’un kardeşi Lucien Bonaparte’nin de dikkatini çekti. Köylülerden makul bir ilgi gören Victor acıktığında köye uğramaya başladı ve bu sırada çocuğa olan ilgisi artan Bonaparte, çocuğun incelenmesi üzerine talimat verdi. Uzmanlar tarafından çocuğun asla konuşmadığı, yalnızca hayvanlara benzer sesler çıkarttığı ve hayvanlar gibi dört ayak üzerinde yürüdüğü rapor edilmesi üzerine Victor, Fransa’da dönemin önemli doktorlarından olan Jean-Marc-Gaspard Itard tarafından ehlileştirilmesi için eğitime alındı. Yemek yemek, uyumak gibi temel ihtiyaçlar haricinde çevresine pek ilgi göstermeyen ama her an tetikte olan bu canlının insanlara alışması oldukça uzun sürdü. Uzun yıllarca hayvanlarla ortak bir habitata sahip bu canlıya konuşmak gibi insani becerileri öğretmenin zordan çok imkânsız olduğu henüz bilinmeyen bir gerçekken Doktor Jean-Marc ve dadı, Victor’un medenileştirilmesi için uzun süre uğraşırlar.
Henüz sıcak soğuk ayrımı bile yapamayan Victor’un eğitimi yoğun bir şekilde sürdürüldü. Daha sonraları üşüdüğünde üstüne battaniye alması ve banyo yaparken kullandığı suyun soğuk veya sıcak oluşunu kontrol etmeye başlaması sonucunda Victor’un sıcak-soğuk kavramları üzerinde ayrım yapabildiğini gözlemleyen doktor bunun Victor’un uzun süren eğitiminin ilk başarısı olduğunu raporlar. Küçük yaştaki çocukların bu ayrımı kavraması 1-2 yaşına kadar sürerken Victor’un bu ayrımı 12 yaşlarında yapabilmesi çocuk gelişiminde ailenin ve çevrenin ne kadar önemli bir unsur olduğunu bize ispatlaması yanında aklımıza birçok soru düşürür. Çevremizdeki bebeklerin günümüz şartlarında kolaylıkla ısınan evlerimizde bile soğuk alıp üşüttüğünü gözlemlemişizdir, Victor’un üzerinde makul kıyafetlerden yoksun halde ormanlarda nasıl sağlıklı kalabildiği düşünüldüğünde buna yanıt olarak bebekliğinden itibaren serin havalarda yetişen ve uyutulan Danimarkalı çocukların daha sağlıklı olduğu bilgisi verilebilir. Fakat yine de ormanda geçirdiği çocukluk dönemi boyunca kendini yeterli derecede sıcak tutma şansı olmayan Victor’un kış şartlarında ormanda nasıl hayatta kalabildiği ise meçhuldür. Belki de soğuktan kendisini korumamasının sebebi onun henüz sıcak kavramının farkında olmamasıydı.
Yaşadığı ortamda insani ihtiyaçların haricinde her duygudan da mahrum olan Victor’un huzurlu hissetmek için bir insana sarılması bana göre onun ‘insanlaştırılma’ eğitimindeki en büyük adımlardan biridir sevgili okur. Çünkü Victor’a öğretilen şey sıcak-soğuk kavramı gibi dokunularak, görerek öğretilecek bir şey değildir. Ona öğretilen şey soyut kavramların belki de en zorudur. Victor’a öğretilen bir diğer zor kavram ise empatidir. Dadısının eşinin vefatından sonra sofraya alışkanlıktan aynı sayıda tabak koyan Victor, bu davranışının ardından dadısını ağlarken görmesi bu davranışı tekrarlamaması için yeterli olmuştur. Bugün birçok çocuk eğitiminde ailelerin başarılı olamadığı bu eğitim Victor’da başarılıyla sonuçlandığına göre öğretilmesi çok da zor olamayan, belli ki öğrenilmesi için belirli ortama ihtiyaç duyulan bir kavramdır. Victor’un eğitiminde en çok uğraşılan şey ise tahmin edebileceğiniz üzere onu konuşturabilmektir fakat bu eğitim hiçbir zaman tam anlamıyla başarıyla sonuçlanmaz. Bazı insanlara göre Victor’un zihinsel engelli ve sağır olduğu iddia edilse de uzmanların Victor’un hikayesinden sonra üzerinde araştırma yaptıkları konu çocuk gelişimindeki ‘’kritik süreçler’’ olmuştur. Bu teoriye göre belli bir yaşa kadar ses ve iletişim uyaranlarına maruz kalamayan çocuklara konuşmayı öğretmek neredeyse imkansızdır. Ek olarak herhangi bir dile maruz kalınmayan süre ne kadar fazlaysa bireye konuşmayı öğretmenin de aynı oranda zorlaştığı bilinmektedir. Nitekim Victor’a da aynısı olmuş, 6 yıllık eğitimin ardından tıpkı papağanlar gibi belli kelimeleri sürekli söylemek haricinde konuşmaya dair hiçbir ilerleme kaydedememiştir. Ne kadar eğitime maruz kalırsa kalsın belli bir döneme kadar hayvanlarla aynı habitatı paylaştığından Victor da onlar gibi davranışlar sergilemiştir. Bütün feral çocuk vakaları incelendiğinde insanın ister istemez dehşete düşmesi pek de şaşırılacak bir durum değildir sevgili okur. Belki günümüz şartlarında medeniyetin ve insan elinin değmediği nadir topraklarda hala böyle bir yaşamın baş gösterdiği düşünülebilir, ki verdiğimiz örneklerde aslında bu tip vakalar için insansız topraklar olmasına gerek olmadığını da gördük. Bilinçsiz ebeveynler tarafından yetiştirilen günümüz çocukları da belki vahşi çocuklar olarak adlandırılmasa da onların da bu çocuklara benzer özellikler gösterdiğine eminim şahit olmuşuzdur. Teknolojinin her türlü nimetlerinden faydalandırmaya, çocuğumuzu günümüzdeki en rahat koşullarda eğitim aldırtmaya, en güzel kıyafetleri giymesine, en iyi şekilde beslenmesine ve her türlü temel ihtiyacını karşılamaya çalışırken aslında evimizde bir vahşi çocuk yetiştirmediğimizden ne kadar eminiz? Sosyal anksiyete, öz güven ve öz saygı eksikliği, saldırganlık vb. özellikler taşıyan çocukların arttığını gözlemlediğimiz günlerde çevremizde bir vahşi çocuk vakası yaşamadığımızdan iyice emin olmak için bebeklikten itibaren ebeveyn ve çocuk arasında oluşması gereken güvenli bağlanma, sağlıklı etkileşim gibi kavramların üzerinde durmanın faydası olduğunu düşünüyorum. Yoksa teknoloji ve bilimle yeşerttiğimiz medeniyet topraklarını vahşi çocuklarımıza emanet etmek insanlığa ne kazandırır sevgili okur?